Hepimizin zaman zaman, her yaşta yaşayabileceğimiz bir şeydir hazımsızlık. İçtiği sütü hazmedemeyebilir bebek veya bir yiyecek vardır iyi gelmez sana, onu hazmedemezsin. Bu durum herhangi bir yaşta herhangi bir zaman diliminde olabilir. Peki neden hazımsızlık deyince aklımıza sadece yiyeceklerle ilgili olan bir hazımsızlık geliyor? Çünkü insanın hazmedemediği şey mideyle alakalı olmalı değil mi? Aslında bakış açımızdan kaynaklı olarak bizim aklımıza sadece bu seçenek geliyor. Halbuki herhangi bir şeyin hazımsızlığı olabilir. Bir olayı, durumu hazmedemeyebilir insan ve aynı yiyecek, içeceklerin yaptığı gibi bu da insana rahatsızlık verebilir.
Bir olayın hazmedilememesi soyut bir durum gibi gözüküp günümüz dünyasında pek ciddiye alınmasa da aslında insanı fiziksel, ruhsal ve psikolojik olarak zorlar, rahatsız eder. Bir anlamda hayata devam etmesini git gide zorlaştırır. Yani görüldüğü gibi her şey maddeyle ilgili olmayıp herhangi bir şeyin, bir durumun çok farklı boyutları olabiliyor. Ayrıyeten şu durumdan eminim ki mideye hazımsızlık yapan yiyecekten daha çok etkiler insanı diğer türlü hazımsızlık. Ruhunu zorluyor, bir maden suyu içince veya sakız çiğneyince geçmiyor bahsedilen hazımsızlık. Zaman gerekiyor, her hazımsızlığın kendisine özel reçetesi oluyor yani birinin derdine deva olan sana şifa olmayabiliyor.
İşte yaş hazımsızlığı da yaşadığımız hazımsızlıklardan birisi. Küçükken büyümek, büyüdüğümüzde ise küçülmek istiyoruz. 18 yaşına gelene kadar sızlanıyoruz hayatımızdan “ah bir 18 olsam!” diye. Çünkü 18 olduğumuzda birçok özgürlük geçeceğini biliyoruz elimize. 18 yaşta biraz oyalanıyoruz, o vakitlerde çok fark etmiyoruz zamanın geçtiğini hatta 18 oldum diye hava atıyoruz, ailemiz bir şeye izin vermediğinde “ben artık 18 yaşındayım diyoruz”. Yani bu bizim kurtarıcımız oluyor. 20’lere adım attığımızda yavaş yavaş stres olmaya başlıyoruz. Yetişkinlik telaşı alıp başını gidiyor. Sanki 1 yıl oluyor sana 6 ay, zaman çabuk geçiyor. Yaşlanınca ise “ah yavrum senin yaşında olmak vardı” diyoruz. Ee sen de aslında o yaşlardaydın ama o zaman büyümenin derdindeydin. Hiçbir yaşta farkında olamıyoruz hayatımızın kıymetinin. Anca şikâyet etmesini biliyoruz. Yani her yaşta yaşımızın hazımsızlığını yaşıyoruz, onu kabul edip o yaşımızı yaşamıyoruz. Halbuki bilebilsek her yaşın kendine özgü güzel ve sancılı yanlarının olduğunu, yaşlılığın çocukluktan kötü veya yetişkinliğin yaşlılıktan iyi olmadığını…
Bazen yaş bana bir illüzyon gibi geliyor. İnsanı aldatan bir illüzyon. İnsanın farklı durumlarda kullanabileceği bir eleştiri veya ikna silahı. “Daha çok küçüksün bunu yapamazsın başına bir büyük lazım”, “bu yaptığın gerçekten yaşına başına yakışıyor mu hiç”, “koca kız oldun hala nelerle uğraşıyorsun”, “yok mu bir görücü adayı” ve nicesi gibi söylemler… Evet bazı şeyler için yaşlanmak gerekiyor ama her yaşın kendine ait serüvenleri var, kıyaslanmayacak serüvenler!
Çocuklar büyümeye özendiriliyor çünkü ancak büyüyünce daha özgür ve sadece büyüyünce harika bir hayatın olacakmış gibi duruyor. Hayır. Çocuk olmanın da bir sürü güzel yanı var. Mesela tek derdin uyumak, yemek yemek, tuvaletini yapmak… Hiçbir sorumluluğun yok, senin etrafında pervane olan ebeveynlerin var -eğer şanslı bir çocuksan- Şöyle bir durum var ki bilemiyoruz, göremiyoruz o çocukluk zamanlarının da ne kadar kıymetli olabileceğini çünkü bize durumu bu şekilde açıklamıyorlar. Farklı şekillerde sabote ediliyoruz kötü niyet içermeksizin ve bilinçsizce. Aslında her yaşımızın kıymetini bilebilsek, yetişkinsek bunu bizden küçüklere anlatsak, küçüksek büyüklerimize. Ne çocuğu küçük olduğu için ayırsak ne de yaşlıyı hor görsek… Eminim o zaman dünyaya bambaşka bir gözle ve bambaşka bir farkındalıkla bakardık. Yaş hazımsızlığı yaşamadan yol alacağımız zamanlara…
Zeynep Acer
Orta Doğu Teknik Üniversitesi